29 Nisan 2009 Çarşamba

misket/bilye



az önce beyaz şekerli leblebi atıştırıyordum ders çalışmaya başlamadan önce.
birini koydum masanın üzerine diğerini aldım tek gözümü kapadım
 ve baş parmağımla fırlattım
tık... diye bir ses duydum...
gülümsedim kocaman.
sonra içimden bu parçayı dinlemek geldi. 
ve arkadaşlarım
a bi gün fizik çimlerinde misket oynayalım mı diye sormak geldi...
ama sorumu hazırladım bile..

misket oynayan elime mum diksin!!!

ve hatta üzerine de istediğimiz kadar beyaz leblebi ve şekerli beyaz leblebi yiyebiliriz.:)

belki sonra da hayali bir oyun oynarız :)
mesela, birimiz o çizgi filmlerde gördüğümüz kız olabiliriz istediğimizde uçabiliriz bazılarımız beyaz atına binip pamuk prensesi öpebilir ve hep beraber olup voltranı oluşturabiliriz...
:)


hhey!
ben uzun zamandır gözlerimi kapadığım
da kaçtığım patikaya gitmedim.
ziyaretin sırası belki de tam da bu gece yarısıdır ?
free hugsss:hug:

unutmadan,
miskete bakınca içindeki o kuşa benzeyen ya da belki bilmediğimiz ama aslında çok da iyi bildiğimiz ama hatırlayamadığımız bişeye benzeyen şekillerin nasıl da çekici geldiğini unutan var mı ki ? :)



27 Nisan 2009 Pazartesi

bir günün anlatısı







23. nisan. 2009 / perşembe....


donuk uyandığım garip sabahlardan biri olmasına rağmen pek de yakınmadım mucize anına kadar sabahleyin 9 - 10 saatleri arası dışında.
kah açıp kah kapayan havada yapmam gereken işe doğru uzakta indiğim otobüse söylenerek, aslında otobüse de diil anlamsızca kendime kızarak ilerledim bi 20 dakika.
ama neyse dedim sonra olur böyle şeyler tadını çıkar.
işim bittikten sonrasında ise,23 nisan ile unutkanlığımın birleşmesi sonucu odtüye gidip deney yapma umuduyla laba girdim.
eskiden odtü tatil olmaz idi sanki....
kös kös merdivenleri inip bölüm kapısına yürürken lab dönüşü, erdemi aramak geldi içimden.
kapalı ama soğuk olmayan bir havada amacım bir dost yüzü görmekten öte değildi.

-erdem neredesin?
+beşevler starbucks
-abi çıkıyorum bişe isticem senden beni 7. caddenin başından alabilir misin (bölüm kapısını açarım)
+alırım zeynep gel.
-HA SİKTİR YAĞMUR
+efendim?
-yok abi tamam geliyorum..

ve şimdi artık ,
bununla devam edelim :D

her ne kadar ben tüm gün piano versyonunu dinlemiş de olsam :)


bıdı bıdı bıdı yaparak bölüm merdivenlerini  çıktım
çıkarken bir buluta takıldım
donup kalmışım bulut beni aldı götürdü.
aa casper dedim kıkırdadım içten içe
buluta çok uzun süre baktım
o kadar hayalet renginde o kadar parlaktı ki kafama kazımak için uğraştım o sahneyi.
sonra erdemle ümitköye giderken dün, dinlediğimiz şarkı ile arabanın camından önümüze serilen gökyüzünü de kazımak istediğimi hatırlayıp, o anı da canlandırmak istedim ama bulut izin vermedi. gel dedi gel hadi.
kafamı yola çevirdim bi sağa mühendislikler tarafına baktım bi sola mimarlığa.
karşıya geçtim. müzik dinlesem dedim. sonra doğayı dinlesem dedim. :) bi anda kocaman enerji geldi içime taştı resmen.
keşke fotoğraf makinem yanımda olsaydı dedim sonra iyi ki yok dedim. olsaydı aldığım nefesi kaçırıcaktım yakalamak için kareleri.
hava nasıl güzelse sarı çiçeklerin yeşil içerisinde kendini göstermesi, yağmurun çisil çisil çizgi filmlerdeki gibi toprağa inmesi, odtü iyi ki tatil olmuş dediren sessizlik. ve ta ilerilerde el ele yağmurdan saklanan bir çiftin yürümesi...
sonra benim kendimi çift hissetmem..
kendimle bütünleşmem..
fizik yokuşunun alt tarafına geldim şöyle bir havayı içime çekip yürürken bir an duraksadım ve geri yürüdüm çıktığım yerden sonra koştum sonra çamura batıp çıkmaya başladım. çocuk parkındaki kocaman - neydi sahi onun adı - salıncaya bindim kediyi salıncağın ortasına koydum salıncağı sallamaya başladım. salıncak sallanırken üzerimdekileri çıkardım. önce montumu sonra hırkamı çıkardım kollarımı ve boynumu tümüyle yağmura adadım. ağzımdan burnumdan sular akarken, bir yandan da sallanırken, hemen cep telefonumdan pachelbel - canon in d majör ü açtım koydum cebime. onu dinledim yağmuru dinledim, hızlanan koca salıncakta kafamı arkama yaslayıp gökyüzünü izledim sonra ayağa kaltım kollarımı açtım. en ufak noktam bile kuru kalmayana kadar bunu yaptım. önce tenime düşen her damla beni titretirken bi yerden sonra ruhumu temizler oldu. kahkahalar attım. gerçekten bak. 
bi araba durdu fizik yokuşunda baktım içinde yaşlı bi amcayla teyze bana bakıyor gülerek. ben zaten gülüyordum göz göze geldik kadın mutlu oldu. ve gittiler. şarkı söyledim sonra kendimi bu bizim bildiğimiz normal salıncağa attım.
popom ıslandı. 
ve ben bunu bilerek yaptım.
hızlandım 
deli gibi hızladım 
kuşlara uzandım bi kaç kez ama çok uzaktı mesafe tutamadım.
ben de bağırdım hey kuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuşş buraya baaaak diye
sonra iyice hızlanıp ellerimi bıraktım 
ve dedim ki
ANNE BAK!
ELLERİMİ BIRAKTIM
SENİ DİNLEMİYORUM. :)
sonra korktum tuttum 
neden korktum bilemedim
aslında belki de korkmadım ama hızlanmam gerekiyordu 
sallanmam lazımdı
şarkı söyledim
kahkaha attım

o kuşa laf attığımı duyan olursa ne olur demedim
umurumda deildi.
tek düşündüğüm yeniden aşık olduğumu söyleyebilmekti 
ama insanlar bunu asla anlayamayacaktı çünkü aşık olduğum şey doğanın tam kendisiydi
içimdeki kızın ta kendisiydi
aldığım nefesti 
ve bana gözkırpan o buluttu.

yüzüme yağan yağmur sırtımdan esen rüzgardı
yemyeşil doğa kahverengi toprak ve sarı çiçeklerdi.
fizin arkasında kendimi çimlere atmak istedim
uzanıp yağmurun üzerime yağmasını beklemek
ciğerime kadar toprak ana olmak istedim ama bi anda vazgeçtim
ama şu an yapsaydım diyorum ve bir dahaki yağmura diyorum
sonra kütüphaneye yürüdüm
millet deli görmüş gibi bana bakıyordu niye ki diye düşündüm sonra kendime bi baktım her yerimden su akıyormuş
umurumda olmadı.
sonra kütüphane fizik arası yürüdüm bi an içime korku kaplandı
ben yaşamayı çok seviyorum şimdi biz ölünce bunları yaşayamayacağız diye
sonra dedim ki KORKMA ULAN HİÇ BİŞEYDEN dedim yine gülümsedim kocaman.

ıslık çalarak dansederek dolmuşa bindim ve starbucks...


mükemmel bir gündü.
mükemmel ötesi.




günün o anı algı şarkısı : http://fizy.com/s/123yh4

25 Nisan 2009 Cumartesi

zaman kokulu ucuz kitap


aslında bir ankaralı olarak, ankara'da sahaf var mı yok mu bilmemem hala garip ama kendimce bulduğum sahaflar var tabi benim de... elbette sahaf kültürü ile büyümüş bir istanbulluya göre bunlara ne kadar sahaf denirse... bunlardan biri konur sokakta kapı 7 barın olduğu binanın ya yanında ya kendisindedir. açıkcası sahaf olmaktan öte elindeki kitapları çıkarmaya çalışan bir ucuz kitap evi havası vardır bu yerde. ama yine de yıllanmış kitapların kokusunu içinize çektiğinizde ne 'fazlasıyla' verdiğiniz parayo gözünüz görür ne de aslında aradığınız bir çok kitabın burada olmamasını. ama buranın da güzelliği, her kitapçıda olduğu üzere, elinizi attığınızda hayatınızda hiç görmediğiniz ve orada o anda olup da o noktaya o anda bakmasaydınız bir daha belki asla göremeyeceğiniz kitaplarla karşılaşmanızdır.fakat belki sık gitmediğimden şahsına mğtaasıp amcanın sürekli eşşek saatine denk gelmemden kaynaklı sahibini çabuk sıkılgan ve kırılgan ve agresif olarak nitelendirebileceğim bu sahafımsıdan çabuk soğuduğumu belirtmeliyim.
geçelim.
geçenlerde nene hatun caddesinden aşağı bıraktım kendimi önce tunalı sonra olgunlara düştü yolum.olgunlardan geçerken bir anda ters yüz olup yine yürüdüğüm tüm adımları geri sayarak Bal'ı kedi kabına koyup kabı da arkadaşıma uzatarak kendimi bir anda üzerlerinde tanesi 3 lira 2 tanesi 5 lira yazan kitapların arasında kaybettim. yasin -belki de bana öyle geldi ama- bi ara dehşet içinde bakıyordu bana ve sanırım bu konuda ne kadar da aç gözlü olduğumu farketmiş olmalı. inanmak güç ama süper şeyler de vardı aralarında o kitapların. söz konusu kitap ve okumak olduğunda  dünyanın en ukala ve egomanyak insanı olabildiğimi keşfettim o gün mesela. 2 tane genç çocuk geldi ve biri şunu söyledi 'lan oğlum la. kitaplar 3 liraymış la...' dedi ve akabinde diyeri de 'bi skime benzemiolar ama hepsi boş...' dedi. o anda elimde hali hazırda 3 kitabı çoktan tutmuş olan ben, daha sonradan neden yaptığımı aslında çok iyi bildiğim ama keşke bilmeseydim dediğim bir bakışla çocukları süzüp devam ettim 4. kitabımı da aramaya... sıra 5. kitaba gelmişken yasin 'ya zeynep niye 5 e tamamlamaya çalışıyorsun anlamıyorum ki...' dedi. oysa ben 5 e tamamlamıyor kendimi kaybetmiş bir biçimde sapık gibi kitap almaya devam ediyordum. o an aklıma konu kitaplar olduğunda ne kadar bencil ve can sıkıcı bir insan olduğumu hatırlayıp neyse diyip cebimden sadece 10 tl çıkarıp 4 tane şahane kitaba sahip oldum...
sanırım olgunlardaki kitapçılar buna sahaf biçiminde yapmaktan çok ellerindeki saçma sapan kitapları çıkarmak olarak bakıyorlar ama farkında olmadan ya da olarak çok güzel bir sahaf hizmeti sunduklarını belirtmek isterim. hele hele benim gibi bir kitabın sıfırına 10 lira vericeğime ikinci üçüncü eline 10 lira veririm, zamanı koklar anılara sahip çıkarım gibi saçma sapan takıntılarınız varsa olgunlar sizin için kaçırılmaz bir nimet.

:)
aldığım kitapları da hemen aşağı not edip, keyifli bir cumartesi diliyorum.

1. jack london - uçurum insanları
2. steinbeck - cennet çayırları 
3. gürsel - tarih boyunca türk - rus ilişkileri
4. preti - gençlik gençlik...

4. kitap faşist italyayı anlatıyor ve ilgimi çok çekti sanırım bu yüzden ilk ondan başlıyorum.

bir de tavsiye vericem.
lütfen okuduğunuz kitapları bir yere not edin ve zaman zaman açıp bunlara bakın ve hatırlamadıklarınızı ve sevdiğinizi düşündüklerinizi zaman zaman geri okuyun. eğer bunu yapmazsanız benim gibi 1. ve 2. sıradaki kitapları okumuş olmam lazım benim ama okumadım gibi ikilemlerle boğuşmaya başlarsınız...


sevgiyle ve güneşle ve umutla
:)


günün ve günlerin sözü

fly to who you are. =)


:) izlenmeli... <3>