15 Ağustos 2015 Cumartesi

Bağlar Bağlar

Az önce bir arkadaşımla konuşurken konu bağlara geldi ve kendime de çok ters bir şey olarak şu kelamı ettim: "aslında sanıyorum maddi bağlar koparılmak için varlar". Dedikten sonra kendime de inanamadım ancak bu böyle ve ekledim "manevi bağlar ise nereye gidersen git seninleler". Evet böyle, ancak hayatındaki her şeye abidik gubidik anlamlar yükleyen benim için ilk cümleye tamamen -inansam dahi- kendimi bırakmam o kadar zor ki. Ve fakat, hocanın dediğini yapın yaptığını yapmayın zira terzi kendi söküğünü dikemez. Başkalarının hayatları hakkında, yaşadıkları hakkında falan konuşurken, o kadar dışarıdan bakıyoruz, kendimizden öylesine uzaklaşıyoruz ki, ancak karşımızdakinin yerine de tam geçemediğimiz için duygularımız da o kadar kopuyor ki, bir anda hepimiz kişisel gelişim uzmanı kesiliyoruz, kesiliveriyoruz. Mantık çerçevesinden olayları değerlendirmeler başlıyor. Ancak çoğu kez olduğu gibi, kendi hayatlarımızda bu verdiğimiz akılları bulamıyoruz bile. O yüzden gelin siz beni dinleyin, ama eylemlemeyin

13 Ağustos 2015 Perşembe

Yıllar sonra yine eskisi gibi

Ne zamandır yazmıyordum. Yazsam bile sana yazmıyordum cücükcan. Bir yerlerde mutlaka içimi döktüğüm oldu, ya da yaşadıklarımı yayımladığım ancak seni, her ne kadar twitter profilime - evet twitter diye bir şey var artık - koymuş olsam da, açıp yazmak eylemi söz konusu olduğunda hiç hatırlamadım. Geçenlerde açıp, bir gece, oturdum biraz okudum. Ne kadar da tatlı ne kadar da saftorik ne kadar da çocukmuşum. Ve işte tam da tüm bunlara dayanarak sana şu an yazacaklarımın başlığı "yıllar sonra yine eskisi gibi" olmalıydı. Çünkü aslında, "seems like a bitch but is a sweetheart" kavramını içime sindirdim ve aslında kendimi olduğu gibi kabul etmeye çalıştığım için yıllar içerisinde, hala çocuk yanımı koruyabilmiş olduğuma inanıyorum. Hala insanların yalanlarına, ve evet, inanıyorum. Bile bile lades diyorum üstelik. Zira insanlardan şüphe ederek, kendim olmayan bir huyu içime sindirene kadar, kendim olup kırılmayı göze aldım. Bu benim, benim yahu. Ben, ortaokul günlüklerimin üzerinde de yazdığı üzere, beni seviyorum. Bu kadar basit. Sevmediğim bir ben var mıdır? Söylendiğim kızdığım ah dediğim bir ben var, ama onu da seviyorum. :) Her neyse. Nerden nereye. Hayatımı da seviyorum, hatalarımı yanlışlarımı falan. Keşke demek illa ki ağzımıza pelesenk olmuş bir ihtiyaç gibi ama aslında ne kadar çok keşke desen de keşkelerin ne kadar da anlamsız olduğunun ayrımındayım. Keşke masterımı uzatmasaydım da bunları daha önce yapsaydım.. Yapamazdım. Çünkü zaten o "keşke" anı beni şimdiki konumuma itti yahu. Velhasıl kelam, hastalık sıkıntı üzüntü başarısızlık başarı aşk acısı meşk eğlencesi derken işte buradayım. Bir zamanlar hayal etmeye bile kalkışamayacağım, beni mi alırlar dediğim bir bursla hem de. Ve yaşadığım her şeye teşekkür ederim. Beni pişiren, şimdiki hedeflerime ilerlerken adımlarımı daha sağlam atmama sebep olan şeyler o üzüntü, acı, terk edilmişlik, başarısızlık ve aynı zamanda mutluluk, huzur, sevinç vsdir. Yaşadıklarımın toplamda kendisidir. Her şeyimle, sana son yazdığım güncelerden daha öncesinden itibaren benim için ağır bir yalnızlıkla karışık huzur barındıran müzikler sıralanırken dahi tesadüfen arka fonda youtube'ün tesadüfleri ile, şu an Osaka'dan kabul mektubunu bekleyen kocaman bir çocuk kadın olarak karşında duruyorum. Sık sık ya da seyrekçe, yine görüşeceğiz.