31 Aralık 2010 Cuma

hediye

hediyelerden ikisini bitirdim. ne mutlu bana. bir kısmına da devam edeceğim artık 10 ocak gibi bile geçebilir insanların eline.
daha emre'ye süprizimi yollayacağım. o kadar mutlu oldum ki kartı elime geçince.

her neyse. az önce en güzel yılbaşı hediyelerinden birini aldım sanırım. şaka gibi. güvenle geçen hafta konuşurken - yoksa bu hafta mıydı?- konu akademik hayattan açıldı. netekim aklımda uyuyan ama uyandırmamak için kendi kendime dahi fısıldamadığım bir yolu uyandırdı güven. oceanography ne güzel şey dedim ve dememle içimde birşeyler titredi. güvenin destediği de cabası.
elbette, kafamızdaki planı değiştirmedik ama, güzel be oceanography de.
neyse dur bakalım derken, az önce annemler geldi ve al bakalıım mutlu seneler dedi.
paketi açıp da içindekine bakınca heralde mutluluktan çığlık atabilirdim.
gitmişler ban 'Biology of Marine Life'!!!! kitabını almışlar. nerden buldun nerden aldın nerden bildin...

:) Çok mutlu oldum. sabahtan beri canım sıkkın somurtup oturuyordum.
örgüleri örerken sürekli kendimle kavga ettim kafamda.
insanların ne şekilde kendilerince beni kafalarında çizdiklerine dair. hem de bu en yakının bile olabilir. evlenmeyi düşündüğün adam bile. beni nerelere koyduklarını, ve bana ulaşamayınca hangi kafayla böyle saçma sapan - bence kıskançlık bir insana yapılacak en büyük hakarettir- hakaretlere varabildiklerini ve bu hakkı kendilerinde nasıl görebildiklerini. Arkadaşlar için de aynısı geçerli. Komik olan ise, herkesin hayata inatla ben merkezcil bakmaya çalıştığıdır - ben de yapıyorumdur. Beni aramadı küstüm, ben onu hiç aramayım ama. tüm özel günlerimde beni aradı msg attı ama, olsun ben yine de küstüm tavırları şımarıklıktır.

Hümeyra ile de konuştum. Dostluk bambaşka birşey, dostuz zannederken ise yalnızca arkadaşlık seviyesinde olmak bambaşka bir şey. Senelerce yadırgadım çevremdeki insanları bu şekilde kısıtlamayaı sınıflandırmayı ve kategorize etmeyi ama bu bir gerçekmiş ne yazık ki.
Arkadaş dediğin kişinin senden anlamsız beklentileri vardır. Seni kendine uymaya davet eder. Seni uyarmak yerine uyarlamaya çalışır. Oysa ki dost dediğin Hümeyra dır, ya da Güven'dir ne biliyim Tuğçe'dir, Emre'dir. Sana olur olmadık şımarıklık anlarında kırılmaz. Senden beklentisi en fazla aramadığın sormadığında bile aklında olmaktır - ki Öyledir de. Seni olduğun gibi her halinle benimsemiştir, eleştirmeye kalkmaz. En fazla akıl danıştığında bence böyle der, sana bu gider kafamda der. Sana yapman gerekeni söylemez. senin için iyi olabileceği söyler. Aklına estiği gibi küsmez, kırıldığında tamir eder kendini çünkü kendini ve seni çok iyi tanımıştır. Ne senin onun kölesi ne de onun senin kölen olmadığını bilir. herkesin ayrı kişilikte olduğunu bambaşka bireyler olduğunun farkındadır.


herneyse... ,daha da beteri yakın arkadaşla arkadaş, arkadaşla da tanıdık arasında farklar var bu kadar kesin ve ayrı.
daha da yazabilirim evet ama gerek yok.

şimdi ise günün güzel olayına. :) '2 3 gündür ders çalışamıyorum canım sıkkın evet ve tek nedeni bu. yapmadığım şeylerle ithaf olunmak hayal dünyalarında insanların beni sıkmaması gerekirken artık 'diz iz not may pırablım diz iz yur pırablım' diye dalga geçemiyorum rus aksanıyla.
çünkü o sevmediğim bal kabağı tadını alıyorum her seferinde bu tip şeyler gerçekleşince. neyse nerden geldim bu konuya?


diyeceğim o ki, şimdi geleceğin en ünlü moda tasarımcısı olacak Hümeyra BÖKE candaşımın tasarım ödevi ile ilgili araştırma yapıp fikir üretip çizim yapmalıyım. ve gerçekten ÇOK KEYİF ALIYORUM.

heleloy :)

27 Ekim 2010 Çarşamba

BEN donsuz giremiyorum, o zaman SEN DE donla girme : Türban 2

Bir kaç gündür duyup yaşadıklarımı aklım almıyor. İnsanlara özgürlük diye dolaşırken, kapalı arkadaşlarımızın 'acındırma' senfonisine kendimi o kadar kaptırmışım ki, onlar kendilerinin 2. sınıf muamele gördüklerini savunurlarken, aslında başı kapalı olmayan bir kadın olarak toplumda nasıl da 3. sınıf olarak görüldüğümü görememişim. Eğitim hakkı adına türbanı savunurken, bu kadar terbiyesiz insanların arkasında durduğumu bilmiyordum, gördüm iyi oldu. İyi niyetli yaklaşıyorsun diyenlere gözlerimi kısıp tıslayarak asıl 'siz' çok kötü niyetlesiniz derken, ne kadar da safça ve toyca olaylara bakmışım.



İlk yediğim vurgun, eğitim hakkı mecburidir diye bağırırken, pat diye kamusal alana da sıçramak isteyen zihniyetten geldi. Tavır çok çirkindi. Senelerce uğraşılmış ama özgürlük adına YÖK tarafından dikta ile gelmiş - değer açısından kendi içerisinde çelisen - bir serbeste ile tam anlamı ile 'buldumcuk' olan bir kesim, bu sefer çılgınca kamusal alana sıçramaya kalktı. Kamusal alanda türbana karşı çıktığımda ise, bir hafta önce eğitim özgürlüğü diye bağıran beni demokratlıkta yere göğe koyamayan türbanlı erkekler ve kadınlar, bir hafta sonra beni faşist ilan ederek, bana etmedikleri hakareti bırakmadılar. Kaldı ki, özgürlüğü bu kadar savunan insanların karşısına geçip, benim de düşüncelerim olabileceğini bana da özgürlük tanınmasını istediğimde, senelerce 'siz açıklar' yeterince özgürlük hakkınızı kullandınız cevabı verdiler. Hep kendi dinlerine saygı gösterilmesini isteyip, saygısızlık da değil, inanmadığınızı belirtip bence muhammed lider bir insandan öte değildir dediğinizde sizi recm etme isteği ile yanıp sönen bakışlarını görmeniz gerekirdi. Edep ya Hu gibi sessiz çığılklar içerisinde 'saygı göstermek zo run da sın!' tepkilerinin altında yatan, fikri saygısızlığı ise görmemeleri ne acı.





Aptal gibi hissetmeme sebep olan ikinci olay ise, seneler önce karşı çıktığım, karşı çıkıyor olduğum ve karşı çıkacak olduğum anlamsız söylem. 'Siz mini etekle girebiliyorsunuz da biz türbanla neden girmeyelim'. Hep aynı tepkiyi verdim hep de vereceğim. Bu söz yanlıştır efendim. Mini etekle türbanı bir tutuyorsanız zaten giymezsiniz olur biter. Kaldı ki, kutsallarınız adınıza başınızı örttüğünüz örtüyü mini etek gibi bir 'bez parçası' ile bir tutup, sonra da bize saygı duyulmuyor diyemezsiniz. çünkü değerlerin tam anlamını çözememiş olan sizlersiniz. Haydi tüm bunları geçtim, bunun vb gibi söylemlerin altında, bize DE özgürlük değil de, bize yoksa size DE özgürlük YOK. anlamı yatar. yani, yengeç sepeti. içinizden biri özgürlüğü elde etmeye giderken, madem sizler öyle değilsiniz hemen çekip onu da aşağı alın.. Ve bu çirkin bir hırstır. Bu hırs o kadar çirkinleşmiştir ki, görevinden iftira ile alınan hakimin konusu açıldığında bile, ee biz çok çektik biraz da siz çekin diyebilecek 'kadınlar' yetiştirmiştir. bu öyle bir hırstır ki, fikir beyanı için YTÜ de türban karşıtı eylem yapan kişilere önce 'Müslüman Gençler' olarak saldırma hakkını kendinde görmeyi gerektirir, sonrasında da bu çocuklar okuldan uzaklaştırıldığında 'hep türbanlılar mı acı çekicek biraz da siz çekin' demeyi getirir. Komik olan ise, biraz da siz kısıtlanın diyen kesimin kendisini özgürlükçü ve demokrat adletmesi. Ve hatta, kendileri eylem yaparken özgürlüğü savunuyor oldukları için kendi savaşımlarını haklı görüp, karşıt görüşe asla müsamaha etmemesi... yazık



Ancak tüm bunlar arasında beni en çok kızdıran ve iyi niyetime şiddetle karşı çıkmama sebep olan olay, açıklar ile kapalılar diye ayrılan iki kesim kadın yaratılması sonucu, kapalıların namuslu açıkların ise çekirdekten yetişme orospu olarak görülmesi durumudur. Bir arkadaşımız, sırf tepki ölçmek için bir türbanlıyı yatapa nasıl atarız gibisinden absürt bir soru sorduğunda, çok kızmıştım. Bir kadını yatağa atmak ne demekti? Nasıl bir terbiyesizlilkti bu? Ama sonradan gördüm ki yine ne kadar aptalmışım. Sorunun altında aranan farklı bir şey varmış. Ve konu erkekler tarafından tek ele alınıp, açığı varken kapalıya niye vakit harcayayım, açıklar daha rahat veriyor, açığı attın da kapalısı kaldı, kolayı varken zoruna neden uğraşıyım, namussuzu varken niye namusluya dalaşıyım' a getirildi. İnanır mısınız gördüm ki, benim hatam herkesi çevremdeki insanlar gibi adledip olmaz ya hu diye bakmamdan kaynaklanıyormuş. Oysaki %70 üniversite gençliği bunun böyle olduğunu düşünüyormuş...





Örnek olarak sunmak istediğim basit bir konuşma;



X kişisi, bu konuşmada yalnızca kadınların ele alındığını savunmuş ben de duyduklarımdan hayır efendim, sadece kadın olduğu için değil türbanlı olduğu için o kadar tepki aldı o soru demişim ve konuşmanın devamı;



X KİŞİSİ:

Senin dediğin gibi sadece türbanlı diye tepki gösterenlere de haksız diyemezsin ki. Şimdi biri çıkıp .... üniversitesinin kızlarının hepsi veriyor gibi bi başlık açsa o üniversitenin öğrencileri tepki gösterse haksızmı olur...İşte o yüzden inandıkları şey uğruna tepki göstermeleri normal değilmi?



Ayrıca tepki gösterenler açıklar daha rahat verir gibi bişey demişlerse af buyur...Ayrıca benim tepkim böyle bir başlığın altına bu kadar yorum yapıp fantaziye ortak olmalarıydı:)



Zeynep

hayır efendim üniversite ile ilgil verdiğin örnek ancak laf ebeliği olabilir. konu bambaşka.



başlığın amacını anlamam zaman aldı ama iyi ki de açmış diyorum çocukcağız bu başlığı çünkü insanların açıklar veriri kapalı namusludur diye düşünebileceğine inanmak istemezdim. bunu görmüş oldum. af buyurulcak durum değil ki konuşn erkeklerin %90 ı böyle idi.



ayrıca vermek de namus tanımı mıdır o da değişir.



X KİŞİSİ

aksini söyleyemediğin birşey laf ebeliği olamazki... Gördüğüm dediğin şeyde ayrıca malesefki gerçek. Vermek kelimesini kullanmak istemiyorum ama açıklar kapalılara göre daha çok cinsellikle ilgililer. Bu yadsınamayacak bir gerçek,Çünkü onlara bu küçüklüklerinden beri empoze edilen birşey.. Ama tekrar diyorum açıklarla daha kolay...Cinsel ilişkii namussuzluk tanımı olmayabilir ama namus diye bir kavram varsa buda o epizotlardan biri olsa gerek...



Zeynep

Vermek kelimesini kullanmak istemiyorum ama açıklar kapalılara göre daha çok cinsellikle ilgililer. Bu yadsınamayacak bir gerçek,Çünkü onlara bu küçüklüklerinden beri empoze edilen birşey.. Ama tekrar diyorum açıklarla daha kolay...



demişsin yadaha da konuşmam

23 Ekim 2010 Cumartesi

Don Kişot’u terketmek

İnsan büyüdüğünü

Don Kişot’u terk edince anlıyor.

İlk başta güzel geliyor umarsızca nefes almak

Ve her konuştuğunda duyulacağını sanmak.

Ama ne zaman ki bir kalabalığın ortasında

Terk edilmişliğini fark ediyor,

Ve ne zaman ki batıyor yalnızlığı avuçlarına

Kalbinde bir sızı peydahlanıveriyor.

Ağzından çıkan sözler sınırlı ve dikkatli

Ve kurduğu hayallerde hep bir gerçek engeli

Rüyalar bile tatsız,kuru gelince anlıyor insan

Büyüdüğünü.

Dönüp arkasına bakınca ise gözlerinde özlem,

Ve yel değirmenlerine karşı kılıç kuşanan çocukluğu

18 Ekim 2010 Pazartesi

bir de bu var: Türban

türban diktasını iran devriminin basamağı olarak görüp yaygara koparanlara alayla bakan türban taraftarlarını asla anlayamayacağım. herkesin dilinde bir Türkiye İran olmaz sloganı var. oysa ki, bu korkuların yerli sebepleri var. hepsinin altında boş kemalizm ya da kuru kuruya atatürk putçuluğu yatmıyor. yakın geçmişimize baktığımızda almanyada var olan tarikat örgütlenmelerini ve bunların içinde en yaygın olan milli görüşçüler ile kaplan hocacıları hatırlayanlar olacaktır. ve ister kabul edilsin ister kabul edilmesin kaplancılar olarak anılan cemalettin kaplanın yolundan giden kişiler türkiyede hala bulunmakta. üstüne üstlük ta 1980lerde federal almanyada var olan milli görüşçüler bile zamanında kaplanla yollarını ayırırken kaplanın iran devrimi taraftarlığından rahatsız olmuşlar. komik olan o dönem suudi arabistanda rabitat-ül islam ya da kısa adı ile rabita örgütü adı altında geçen bir örgüt Dr. Rıza Nurun 1927 ya da 1929 olacak, zamanında kaleme aldığı hayat ve hatıratım isimli kitap ile sanem adam isimli kitapları el altından almanyadaki tarikatlere dağıtıp, tarikat geliri için kullanırken, şimdi açık ve seçik ulaşabileceğimiz hayat ve hatıratım isimli kitabın yazarı dr. rıza nur türk kurtuluş hareketi içerisinde yer alan 'TÜRKÇÜ???' bir şahıs olarak anılıyor. saçmalık diz boyu. adam atatürk düşmanı ama tüm atatürk seven türkçülere gözboyası ile dağıtılıyor bu kitap şimdilerde ve hepsi riza nur un aşığı. oysa ki amcamız 1927 yılında yazdığı bu kitabı british museum a emanet etmiş ve 1960 tanönce yayımlanmasını yasak etmiştir. ve türkiyedeki tüm irticai hareketlerin ateşlendiği dönem - ki buna türban da dahildir - 1960 sonrasıdır.

ek olarak: ek olarak bu kitap, yani Dr. Rıza Nur'un hayatım ve hatıratım isimli kitabı, 1960 lardan itibaren başta almanyadaki 'yetim' türkler olmak üzere bir çok türkiye vatandaşı üzerinde irticai hareket başlatmak amaçlı gençlere empoze edildi. amaç atatürkten ve devrimlerinden gençleri soğutup islam rejimine yakınlaştırmaktı.

resmen komik ve kör milletiz vesselam. bayılıyoruz ahah kemalist ahaha laikÇİ diye damgalamaya insanları anlayıp dinlemeden. şeri yasaların gelmesinden korkanlarla alay ediyoruz ama almanyadaki tüm hareketlerin merkezinde - inkar da edilse MSP lilerin var olduğu bir gerçek. sonuç itibariyle her ne kadar milli görüş teşkilarları o dönem federal almanyasında kendilerini ne sağcı ne solcu olarak nitelendirseler ve genel sekreter ali yüksel çoık mantıklı laflar etse de, bugunkü türkiyenin temeli o zamanlardan satranç adımları ile gelmişse ve o zamanlar hayal edilen durum 20 sene içersinde gerçekleşmise afedersin de burdan kocaman nah çekerim iyi niyetli islam modeline.

4 Ekim 2010 Pazartesi

travestiler

sürçü lisan edersem affola.


yurdum insanı travestileri insan olarak görmez. onlara hastalıklı bir 'yaratıkmış' muamelesi yapar. buna kızsanız biri çıkar karşınıza 'e haksız da değiller çünkü çok saldırganlar' der. yanınıza gelip sizden sigara isteyen genç bir erkek ya da kadınsa kaçmazsınız, ama bu bir travesti ise ya oradan uzaklaşır ya da korkudan verdiğiniz sigaraya 'lanet' eder , kimisine göre 'haram' eder çeker gidersiniz. oysa ki kim hayvan, kim yaratık göremezler.

eğer kadın ya da erkekseniz cinsel kimliğinizde, sorun yoktur. erkekseniz aslında hiç bir sorun yoktur. aslansınızdır. aslan oğlum olursunuz önce pipi gösterirsiniz, sonra sünnet olur erkek olursunuz, sonra kız öper 'cool' olur sonra karı siker 'milli' olursunuz. peki bunca ego şişirilmesine rağmen göğüs dışarıda pipi yukarıda gezmek varken, kadın olmayı seçen bir insanın neden bu 'seçimde' bulunduğunu hiç düşündünüz mü? türkiyede özellikle 2 sınıf vatandaş olarak görülen kadınların 'seviyesine inmeyi' hiç düşünmeden kabul eden 'birinci sınıf' erkeklerin neden var olabileceğini?
çünkü onlar kadın zaten ve aksi gibi ikinci sınıf kadın muamelesi de değil gördükleri. istedikleri var oldukları gibi yaşamak için hayvandan beter muamele görüyor bu insanlar ve sanıldıklarının aksine 'yaratık' falan da değilller. bir iki travesti tanıdım. hepsine de sonuna kadar güvendim ve inandım - vay ne kadar açık görüşlüğüm ben egosu ile yazmıyorum bunlaro -. sonra takip ettim, arkadaşlarımın yaşadıklarından çevremden vs bir şekilde hep karşıma 'inanamaz' gözlerle ve 'şok' olmuş ses tonu ile travestilerin aslında insandan çok daha fazla insan olduğunu anlatan bireyler çıktı karşıma
toplumsal yargıların dışında bırakıp kendilerini, bu insanları yaşayan, onlara cüzzamlı gibi değil de kendisi gibi, bizden biri gibi - ki olması gereken o çünkü onlar bizden birileri - davranmayı becerebilmiş bir sürü insan tanıdım. ve ne yazık ki, en basiti az önceki haberlerde var olan bir hikaye.
'denize düşen arabaya yardım eden Özge, meğer kadın değilmiş. ama cinsiyeti hiç önemli değil'
yanlış birşeyler var evet verilen cümlelerde ama önemli olan olay.
şu an yaptığım şey çok çirkin. travestileri ne yardım sever ayyyyy <3 gibi anlaşılabilir ama hayır bunu yapmaya çalışmıyorum. yapmaya çalıştığım yalnızca, bakın onlarda bizden. iyi de olabilirler kötü de. aynı havayı soluyorlar varlar it değiller insanlar düşüncelerini az da olsa dikte etmek.


ama sorun şu ki, insanı cinsel kimliğinden önce, insan olarak ele almadığımız sürece, erkekler 1. sınıf kadınlar 2. sınıf olmaya devam edilip bir 3. sınıf yaratılıp travestiler,geyler vs içine konulacacktır.


insanı insan olarak kabul etmeyi öğrenebilsek, belki bir gün, tek canlı insandır bakışımızdan kurtulup, çevremizde var olan hayvan bitki böcek vs lerin de , canlı olduğunu görebiliriz.

31 Ağustos 2010 Salı

hikaye

her şehrin bir hikayesi vardır derler, ama göremezler ki aslında alınan her nefesin hikayesidir o cümleleri oluşturan kelimeler.
birazz davudidir her soluk ve anlık kokar buram buram. kimisinde batılı bir elitist yatarken kimisinde ise uzanıp da sereserpe bir sedire devirilen bir cariye vardır.


ve geceye bağırır her kadının soluğu
'beni yıldızlara dokunduracak bir erkek lazım.'

19 Temmuz 2010 Pazartesi

kedi sahiplenmek



Aslında sahiplenmek kelimesini sevmiyorum zira kölemiz değil onlar bizim, belki de aynı yaşamı paylaşmak demek lazım ama terimdir kullanıyorum.
kedi ya da köpek alırken çılgın gibi paralar döküyor insanlar petshoplara ve üstüne üstlük hıt cinsi olsun bıt cinsi olsun diye de ayrım yapıyorlar. yazıktır. sokakta onda aç kedi köpek varken, yuva arayan, arabaların altında telef olan soğuktan donan hayvan varken, gösteriş uğruna kedi köpek almak hayvan severlik olmuyor biraaz.
ama siz kendinizi çok hayvan sever ilan edebilirsiniz evet , illa var olsun yok iran olsun illa pinçır şivava olsun diye gezerken.

neyse.
elbet benim gibi düşünen birileri de vardır diyerek gördüğüm bir ilanı paylaşmak istiyorum.


Tarçın Hayatında Zor Bir Dönemeçte

İki olasılık var: Ya doğduğunda gözlerinde problem vardı ya da daha sonra iltihap kaptı. Hangisi olursa olsun Tarçın sonuç olarak dünyanın ışığını artık geride bıraktı. Yine de şanslıydı, en azından şimdiye kadar çünkü bir insan onu kabul etmişti taa ki, uğursuz bir kaza kendisini kısmi felç bırakana kadar. Şimdi Tarçın hayatını ikinci zor dönemecine giriyor. Ya yeni ve sevgi dolu bir aile bulacak ya da barınağa gidecek... Siz onun bu dönemeci rahatlıkla atlatmasına yardım eder misiniz? Ona sahip çıkar ve sever misiniz?
Önemli Not: Tarçın kör bir pisi, ancak bu onun için bir engel teşkil etmiyor. Kum terbiyesine alışık olan oğlumuz 40 günlük ve muhteşem bir şekilde iz sürüyor.Tuvaleti geldiği zaman kumunu bulabiliyor eğer ki bulamazsa miyavlıyor. Henüz çok fazla oyun meraklısı değil. Koklayarak insanları buluyor ve güvendiği insanın kokusunda uyuyor. Gözleri dışında herhangi bir sağlık sorunu yok.
İletişim : 0537 377 11 01 Emrah İLHAN (Emrah İlhan)
E-Mail : earthling@hotmail.com.tr
Yer : İstanbul / Güngören



ek. şu anda ailemdeki bir kişide astım olduğu halde bir kedi besliyorum evde. eğer kendi evimde yaşıyor olsaydım durmadan fotoları ve haberi gördüğüm anda arayıp almıştım bu kediyi. biraz sağ duyu mu demeliyiz, yoksa biraz merhamet mi?

ilgilenen kişilere şimdiden çok teşekkürler.












dip not. bazen bir hayvanın sevgiyle ne kadar iyileşeceğini tahmin dahi edemezsiniz. şu an evimdeki kedi bok çukuruna düşüp çıkmış gibiydi. Sağolsun Odtü Biyolojik Bilimlerdeki arkadaşlarım ve kedinin tedavi masrafları için yardım eden diğer odtülü arkadaşlar ve Odtü İngilizce bölümü öğretim üyeleri sayesinde iyileşti benim kedim.
ve tedavi masraflarının dışında günde 3 kez antibiyotik yapılmaya gidiyordu. inanın zor değil. bazen yürüyerek bazen arabayla götürüyordum. o varken yanımda kilometrelerce yürüdüğüm derslere soktuğum oldu. babamın işten koşarak gelip ağzından iltihap ve kan boşanırken hayvanı veterinere yetiştirdiği oldu. ama şimdi görenler tanıyamıyor bu bizim boklu mu diyorlar.


gerçekten, bir canlıyı hayata döndürmek onun sevgisini hissetmek onu hayata tutundurmak mükemmel bir duygu.
yukarıdaki yavrucağı da lütfen dikkate alın. emin olun o bebeğin size ihtiyacı var.

29 Haziran 2010 Salı

yol hikayeleri

kışları soğuk olur bu şehrin ve derin bir yalnızlık barındırır içinde. sokak lambalarını sisle kaplar her gece melekler ve caddeleri bir o kadar ıssız kalır gece 12 ye doğru. köşe başlarında 3 5 ayyaş hayatın haksızlıklarına nara atar ve tecavüzü boldur insanlarının.
kiminin hakkına tecavüz ederler, kiminin acımadan kıçını ellerler ve kimi kadınlar kuytularda ölü bulunur iç çamaşırları sıyrılmış.
acıması yoktur bu şehrin, melekler bile karanlığa iterken olanları ve olacakları.
perdelerin ardından sızan sarı ışıklarda bir huzursuzluk yatar. yeni doğan bir bebeğin 'ben de buradayım' hıçkırıkları, hayatın adaletsizliğine karşı isyanıdır sanırsınız. ve kışları soğuk olur bu şehrin, her ayaz derin bir kar tabakası örter insanlarının kalplerine.

böyle bir şehirde uyandım ben bir sabah ansızın adımı dahi bilmiyorlardı ve çığlıklarım gülücüklerle karşılandı, hatırlarım. bir çok bilim insanı itiraz eder, olmaz der bebekler doğdukları anı hatırlayamaz der, ama her insan bilir içten içe ilk doğduğunda neler yaşadığını. ve böyle bir şehirde gözlerimi yumuyorum artık yaşadığım anılara ve eski hayatıma. terkedişlerim arabaların tekerlerinde uzanan yollar oldu ve ben benliğimi terkediyorum, hiç bilinmeyen bir dayara gitmenin verdiği 'rol' ile kendimi daha kocaman hissediyorum. oysa ki kim bilebilir ki aslında bilinmeyenler en çok bilinebilir olanlardır.
risk insanın içindeki merak duygusuna taktığı adrenalinden başka birşey değil çoğu zaman. ve ben içimdeki durgunluğu dindirmek adına kendimi adrenalin denizine atıyorum.
kafamdakiler, olacağını bildiklerim, ama olmamasını temenni ettiklerim, şaşırtırlarmı beni acaba diye hayatımdaki her şeyi terkederek gidiyorum bu melekleri küstüren şehirden.
insan ne çok yalan söyler diyor yanımdaki kadın telefondaki sese, ve ben başımla onaylayıp cevap veriyorum; en çok yalanı da kendisine ...
garip garip bakıyor kadın, içine işlemiş huzursuzluk hissiyle ve gülüyorum, karşılığında aldığım bir demek öfke dolu bakışa.
belki de hiç ait olmadığım bir dünyada yaşıyorum ve çok özel biriyim; bir çok insanın dimağında kendilerinin olduğu gibi. bunu bile bile kendimi kandırıyorum.

yollar, bitmek tükenmek bilmeyecek, ama dünyanın çemberinden çıkamadıkça da başladığımız yere bizi geri getirecek yollar. umutların umutsuzlukların, hayvan leşleri ile süslendiği, sonlanmayacak yollar. koridordan uzanıp, sonu görünmeyen caddeye bakıyorum. otobüsün ışıklarına yana döne gelen,ölüme uçan, ışık uğruna ateşe koşan böcekler gibi, bir ışık uğruna kendimi ezeceğimi bilerek, umut dolu sonuma uçuyorum.

24 Mart 2010 Çarşamba

İstanbul

bu şehir uzak artık. hiç geçilmemiş yollar gibi yabancı sokakları, ve bu evler, kırık dökük gözümde artık. mal mülk para şaha akan tüm evler üç beş tahta bir kaç tuğla ve biraz betondan ötesi değil gözümde. ve bu şehir olabildiğince yabancı artık içime.
hiç gitmediğim yerler gibi caddeleri ve tanımadığım insanlar artık, her gün gazetemi aldığım bakkal, köşebaşındaki manav.
bu sabah yine günaydın dediler ama cevap veremedim çıkmadı dudaklarımın arasından uygun kelimeler. çünkü ne diyeceğimi bilemedim tanımadığım insanlara. boş bakışlarım asılı kaldı suratlarında. ve adım seslerim sokaklarda.
birbiri ardına attığım adımlarımı sayarak bıraktım kendimi cihangir sokaklarına. yanımdan geçip giden insan selinden uzağa denize doğru koşuyordu yüreğim. kaçmak, kurtulmak ve boğulmamak adına.
ve boyalar, modern maskeler belki de. kadınların yüzünde iğreti gülüşlerinde parfümlerinde yer eden şuhluğun gizli alametleri. en masum kadını bile bir sokak orospusu haline çevirebilen şeytanın parmak izleri. ve kadınlar. artık hiç sevmediğim dokunurken tiksindiğim et yığınları. dokunurken yalnızca boşalmak için dokunduğumu bilseler de umursamayacak binlercesi.
bu şehir uzak artık bana, bugun anladım. insan selinin arasından denize koşarken cihangir yokuşundan aşağı, nefes almak için kendimi koca çınarların arasına bırakmaya hazırlanırken, çocuk gülüşlerinden bile kaçmaya başladığımı gördüm artık ve sonsuz bir kalabalığın arasında astım hastası gibi sık nefesler alarak hayata tutabilmek için, ve bir epilepsi krizi geçirircesine titreyerek boş bakışlarımla ağızım kenetli ve avuçlarım sımsıkı kapalı, boğulduğumu farkettim. sahilde hep kaçıp saklandığım ve bazen gizlice ağladığım ağaçlar arasında aslında ne kadar yalnız olduğumu farkettim ve olabildiğince küçük.
hiçliğimi farkettim bugun, sığındığım ağaçların arasından esen yel şehrin bok kokusunu getirince burnuma ve denizde binlerce martı ölüsü. istanbulun çoktan öldüğünü farkettim. kıyıya vuran deniz anaları veremli bir hastanın çıkardığı balgamlar gibi yapış yapıştı ve deniz mavi olmaktan öte bir yaradan akan irin rengindeydi. yozlaşmışlığın her an daha popüler olduğu bu şehirde, avam ve hastalıklı yaşayışların, insanlık değerlerini alt ettiği bu 'eyyy koca istanbul!'da bugun ben, kötülüğün her zaman kazandığını farkettim.
zihnimde yarattığım aşkların aslında hiç olmadıklarını ve benim kendi dünyasında kendisini dalga konusu yapan bir şizofren olduğumu gördüm.
sus. doktor gelicek şimdi. ve ellerim kollarım bağlı beyaz önlükler içinde, ağzımdan dökülen bi,nlerce kelimenin ne anlama geldiğini bilmeden tiksinerek bakıcak suratıma, ve dudak kenarlarımdan akan salyalardan iğrenicek. oysa ki, her sabah içine çektiği bok kokusundan memnun, ve irin akan denize bakarak sevişirken aldığı hazlardan mutlu yaşamak asla umrunda olmadan yaşamayı sürdürecek, hayat dediği kerhanenin içerisinde.

23 Mart 2010 Salı

derin

kendimi kabul ederken yalnız kalıcağımı biliyordum, ama şu an yaşadığım yalnızlık tabirinin çok ötesinde. içinde kaybolduğum, boğulurken son kez güneşin ışıklarını gördüğüm derin bir mavilik gibi sakin ve sessiz yitip gidiyorum. içimde ne fırtınalar kopuyor, çoğu zaman kendimin bile haberi yok. ve gecelerden korkuyorum.
kendimi red etmekten vazgeçip, kabul ettiğim gün garip bir kiraz kokusu vardı rüzgarda ve çileklerle bezeli bir pasta duruyordu önümde, onsekiz yaş. sanki reşit olana kadar kim olduğuma ailem karar veriyormuş gibi, 18 yaşına girdiğim doğum günümde kendim olmam gerektiğini artık kabul etmiştim ve söz vermiştim o gün doğan güneşe, artık yalan yok diye...
yalan yoktu ancak insanların sevgilerinin yalan olduğunu öğrenmem en büyük yıkımlarımdan biriydi 18 senelik hayatıma dair. önce diğer arkadaşlarım uzaklaştı benden bir vebalı gibi, sonra dostum dediklerimi kapı arkalarından beni yargılarken duydum. paranoyak olmayacağım, hayır bunu kendime yapmayacağım diye sayıkladığım anlar başladı, fısırdaşmaların peşi sıra. artık atılan her kahkaha bana geliyor gibi hissediyordum, ve pek de yalan sayılmazdı.
üniversite... o özgürlükler diyarı diye içimizde tabulaştırılan köreltiler yuvası. tek kalıp insanların yetiştirilme merkezi. biz daha kendi içimizde kendimize özgür değilken, daha bunu farketmemişken, nasıl bir çok 'ben' karakterinin bulunduğu bir alanın özgür olmasını bekleriz ki.
saçma! bir çok kişinin daha iyi bir eş daha yüksek bir ego sahibi olmak adına gittiği çakma kerhane hepsi, herşey. okumuş adamların bir diğerini yargılamakla günlerini geçirdiği, ve eleştrilerle yere batırdıkları insanlar üzerinden egolarını tatmin ettikleri toprak parçası. ve ben işte, sonradan görme bir çok özgürlüğün yaşandığı bu alanda, benliğimi dışarı vurdum, görünüşümden konuşmama, tam olarak ilk kez. kahkaha tahtası olacağımı, bir çok insanın ve özellikle erkek egosunun tatminine yol açacağımı bile bile haykırdım her mimiğimden kim olduğumu.
buyurun, karşınızdayım buradayım olduğum gibiyim. sizin kendiniz olamayan duruşunuza inat ben yaratılışımın emrindeyim! diye haykırdım. bir çoğunda aslında ben gizliydim , oysa ki onlar beni itebilmek için içlerinde, iyice vahşileştiklerini göremeyecek kadar körlerdi.
dayak yedim.
defalarca, bir çok kez. küfür malzemesi oldum. sanki hakaretmişim gibi kullandı insanlar kavgalarında adımı.
'amına koyyim ...'den ne farkın kaldı lan dönek!' dediler. dönek ne demektir çok sorguladım. beni açıklamalarına örnekledikleri küfürlerin hiç birinde yoktum oysa ki ben. ne dönektim, ne de vebalı, ne de kendimi ucuz hissediyordum bir hakaret kadar.
sakaryada defalarca sıkıştırıldım, tinerciler önce cüzdanımı istediler sonra da kıçımı ellediler. mıncıkladılar. beni diline hakaret olarak dolayan insanlar beni kuytu köşelere çekip bıcak zoruyla tecavüz ettiler. sesimi çıkartamadım. çıkartsam 'yalan' derlerdi. 'yalan söyluyor ibne! adı üstünde ibne işte. canı yarak çekmiş, fantazi yapıyor it!' derlerdi.
dediler de.
ve hatta dövdüler de. polise gidemezsin ki. gerçekten kadın olsan yapamazlar bu kadar rahat. şikayet edersin kodese girerler. ama ben polise gidip 'siktiler' desem üzerine basa basa, onun bunun sadist fantazilerinin ürünü olurum tecavüzden öte.

kendimi kabul ederken yalnız kalacağımı biliyordum ama şu an içimde hissettiğim şey yalnızlıktan çok ötede. derin mavi denizlerde ciğerime dolan su gibi. ifade edilemez. soğuk gecelerde arabada beklemek, korunmadan seks yapmak adına sizi domaltıp siken adamdan, para isteyince de sıklıkla dayak yemek 'kadın olsan neysen ibne. göte bir de para mı vericez. siktik tatmin ettik' hakaretlerini duymak, ve herşeyden ötesi ne insan olabilmek ne de hayvan olmayı sindirebilmek...

kendimi kabul ederken yalnız kalacağımı biliyordum ama ben olmanın bu toplumda bu kadar yadırganacağını ve bu yalnızlıkta boğulacağımı hiç tahmin etmemiştim....

22 Mart 2010 Pazartesi

iyelik eki

soğuk sokaklar ardımda ve,

peşin sıra hiç dinmeyen ayak seslerim.

köşe başı fısıltıları doldurur içimi

ve ne zaman baksam yollardadır sokak orospuları

sarıya çalar bedenleri ve her daim hazırdır sokak lambaları

kuytusunu bırakmamak adına tüm gölgelerin.

Ne zamandır kirli bu şehir yoksa bir tek gidişin mi yaktı tüm gökleri

bilebilsem, ardınsıra gelmiyor olurdum adım izlerimin yıttiği sokaklarda

ağzı bozuk fahişeler ve ter kokan bedenler

ağır sigara dumanları ve içimde kül olan bir ben daha.

Gitme Kadın, iyelik eklerimden daha uzaklara...

ağır is kokuyor tüm sokaklar ve bu şehrin havası

kanser gibi iniyor ciğerlerime

ve ellerim yokluğundan sıcak şimdi

ve kalbim yanıyor, mecalim yok nefes alacak.

sarılığa boğulduğum şehrin bok kokulu sokaklarında

adımlarım tekliyor, bedenim zil zurna.

aldığım nefes is, verdiğim çürümüş

utanmasam adını dizerim tüm naralarımın peşi sıra

da... Kadın! Gitme iyelik eklerimden uzaklara....

3 Şubat 2010 Çarşamba

çocuk bahçesi vekilleri



ülkeye gel. mecliste kenar mahalle lisesi kavgası yaşanıyor. kavgayı edenlerden birisi de ülkenin başbakanı. meclis bakanının sözünü dinleyen yok.

konuşmanın içeriği baktığında daha acı verici. biri diğerinin eşine peygamber demiş, diğer çıkmış peygamberlik zinciri (besin zinciri gibi bişey herhalde ?? ) bitti senin haberin yok heral de diye kendi kafasında peygamber diyeni küçük düşürüyor. e be kardeşim, sana mı düştü sana insanlara din dersi vermek. ayrıca kime göre neye göre bitti peygamberlik zinciri. bir de utanmadan orda son peygamber bizim peygamberimizdi dedin. sen kimsin. bizden kastın orada tüm ülke vatandaşları olur. oraya girmeyi biliyorsan sözlerini tartmayı biliceksin. birileri bu insanlara mecliste olduklarını farkettirmeli. oturup din üzerine ders vermeye kalktılar, biri diğerine peygamber dedi - ki onun lafının altında iğneleme vardı ve onun ki dini konuşmak sayılmaz- diğer kalktı peygamberliği anlatıp bir dini tüm millete mal ederek diğerini tiğe aldı.
komik olan moraran recep ustanın bir süre sonra, ocaktan henüz çıkmış dumanı üzerine tüten ülkücük bebeler gibi karı kız kavgasına girmesiydi.
şey gibi 11 yaşında ergenin sen benim anneme bıdıbı dbıdıbıd diyemezsin taam mığğğğğ demesi gibi.
yazık.
sezercik filmi resmen.

biri orda sinir krizi geçirir.
konunun adı da emine erdoğana laf edildi olur.
cidden türklerin zekasal sorunları var demek ki. bir insan bunu nasıl böyle anlar.


ha türban meselesine gelince de...

girmeyi versin gataya da mümkünse. çok mu militaristim ondan mı böyle dedim hayır. alakam yok. ama girivermesin.

abdi ipeçki olaylarının üzerini türban kapladı.


byez şekerim yhaa... (imza. özal genci)


dün mecliste
1 Şubat 1979 tarihinde, Nişantaşı'nda trafikte yavaşlayan arabasına yanaşan, adından Papa suikastiyle de sözettirmiş, Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü

bu olayın ekollerinin,

video.google.com/videoplay?docid=2624724236140831429#

bu olayların ekollerine laf atmasıyla çıkan kavga, türkiyenin bir kez daha aslında bağımsızlığa çok uzak sürüngen bir ülke olduğunu gösterdi bana...


saygılar.