2 Mart 2009 Pazartesi

gençlik-sistem üzerine düşünler

Müslüman bir ailede büyüdüm. Dedem zamanın DP sinin iyi bir yerinde, Menderes görüşlerine sahip bir adammış ve ben hatırlarım herkes namazında niyazındaydı hep. Ve hatta beni büyüten de çoğunlukla Anneannem ve Dedemdir. Hiç bir zaman için ağızlarından Hristiyanlıkla ya da diğer dinlerle ilgili saçma sapan söylemler duyduğumu hatırlamam, aynen islam içindeki diğer mezhepler için duymadığım gibi. Bana söylenen son kitabın Kur'an son peygamberin Hz. Muhammed olduğu ancak diğer kitaplarında aslında özünde Kur'an olduğu ve diğer peygamberlere de inandığımızdı. Biz Hz. Muhammedi çok severdik ama Hz. İsa'yı da Hz.Davud u da Hz. Musa'yı da severdik. Anneannem arapça dua ederdi, bizim evde duanın arapçasının yanında annem bana Türkçe'sini de öğretirdi. İlkokul öğretmenin teyzemdi. Asla duaları Arapçalarıyla okumayın yalnızca derdi. Türkçesini de bilin ne demek istediğini anlayın derdi. Benim ailem de, DP kökenli bir anne tarafım olduğu ve anne tarafı ile bağlarım daha kuvvetli olduğu halde asla Hristiyanlığa kara çalınmadı, bir Hristiyana yazık denmedi. Ve küçükken bana babam da annem de ileride islam hakkında Kur'an ı okumadan fikir sahibi olamayacağımı ve İncili ve diğer kitapları da okusam iyi olcağını çünkü yoksa tek bir bakış açısına sahip olacağımı söylediler. Küçüktüm. 7 ya da 8 yaşlarındaydım. İncili alıp çantamda taşımaya başladığımda, bu denilenleri unutmuş acaba annem kızar mı korkusuyla koca kızken, saklama derdi güdüyordum. Yerde kitaplarımın altında duruyordu. Bir gün uyandığımda Dua kitabımla İncil'imi annem almış tozunu gidermiş ve masamın üzerine koymuştu. Sonra bir ara gelip kızım kitaplarına öyle muamele etmezsin saygılı olsana İncil'e dedi. Sonra bu 7 ve ya 8 yaşında onlardan duyduğum cümleleri kafamdan uydurmadığımı ve hatırladığımın doğru olduğunu anladım. Neyse. Ben bu kadar DPli bir aileden gelip de bu görüşlere sahip olabildiysem, - her ne kadar anne ve babam sol görüş mensubu olsalar da - bu hergün gördüğümüz aşağıda örneğini vericeğim insanlar nasıl ailelerden gelmekteler anlamıyorum.

Dün İncil okurken, bir pazar günü bir Kiliseye gidip vaaz dinlemek istediğime karar verdim ve bunu Orhan diye bir arkadaşımla paylaşıp, bildiği bir kilise olup olmadığını sordum ancak o da bana kendisinin ankarada bir Ortodoks kilisesi aradığını ama bir türlü bulamadığını söyledi. bunun üzerine öğrenci yoğunluğunun bol olması, odtü dışında diğer üniversitelere de açılarak çok enternasyonel (!) bir yapıya bürünen hocam.com da bu sorunu dile getireyim mutlaka bilen birileri olucaktır dedim. Ancak aldığım tepkiler sanki annelerine hakaret etmişim gibiydi. Sorduğum şey sadece Ankara'da bir kilise bulup bulamayacağımken, Hristiyanlıkla suçlan(!!!)dım, paragöz oldum, provakatör - misyoner - mason oldum, dönek ve cahil oldum. Ve üstüne üstlük bir kişi benim tekke ve zaviyelere karşı duruşumu müslüman değil hristiyan olmama bağladı. Oysa ki Hristiyan değilim. Dehşet içerisinde dedim ki, bu ülkede din özgürlüğü asla yok ve Ateist olmak Hristiyan olmaktan daha olumlu karşılanıyor daha normal karşılanıyor. Zira trajik olan durum şu ki, ben bu soruyu köy kahvesinde dillendirmedim * ki o insanların daha ılımlı olduklarını * en azından Datça köyceğiz taraflarındakilerin * biliyorum. Bu soruma bu kadar çirkin cevaplarla ve bir din mensubu olmayı suç görürcesine üzerime gelenler Üniversite Gençliği idi. Ya ben herhangi birine sordum dedim bu soruyu ya da üniversite gençliği çoktan 'herhangibiri'leri haline getirilmiş.
Sonrasında düşündüm ve çok geniş açıdan bakılınca şöyle bir durum olduğunu düşünüyorum.

Bu durumun iki temel nedeni olabilir.
1. Özal ve takımının arzuladığı politikadan uzaklaştırılmış ya da tek örnek politize edilmiş gençlik
2. Açılan eğitimi eksik onlarca üniversitenin , üniversite gençliğini herhangibirileştirmesi

Aslında ya biri ya da diğeri denilemez. Zira durum sırf diploma vermek üzere açılan boş üniversitelerle ilgili olsa, bu tip adamlar ODTÜ - Hacettepe - Siyasal Bilimler - İÜ Hukuk gibi köklü ve bir döneme oynamış köklü üniversitelerde var olmazlardı. O zaman şimdite kadar gelinen yolda ikinci madde etkisini yok sayabiliriz şimdilik - etkisi bolca var olduğu ve ileride kendisini çok daha fazla hissettireceği ve güçleneceği halde. Ve ele alınması gereken durum aslında birinci maddenin ortaya çıkardığı yok ediş politikası. Zira bilinçli bir gençlik uyanık toplumu getirir. bunun için Türkiye yakın tarihine bakmak ve Dünyadaki 68 hareketini -yüzeysel bile olsa- incelemek yeterli olucaktır. Türkiye siyasal tarihini 68 lerden ve hatta 60 lardan başlayıp 1980 lere kadar incelersek ve 1980 sonrası türkiye siyasal tarihi ile kıyaslayıp, iki siyasal evrenin de ortaya çıkardığı kültürel etkilere ve topluluklara bakarsak, bu durumu rahatlıkla görebileceğimizden eminim. Ve her ne kadar klişe sözler de olsa bunlar, bilincli bir halk kitlesi dış kuvvetlerin hiç hoşuna gitmemekte

Bu durumu yıkmak için önümüze sunulan çare düşünmek gibi gözüküyor ama nasıl bir düşünmektir bu?

Bence temelde iki tip düşünüş var olmakta
1. si salt düşünü içinde barındıran 
2. si ise salt düşün artı analiz kavramını içinde barındıran düşünüştür.

Bizim gençlerimize empoze edilen birinci tip düşünüşü edinmeleridir. Aslında bu bile verilen değil, gençler tarafından alınan bir hakmış gibi gösterilmektedir ancak bunun bu şekilde gösterilmesi ve saklı gizli verilmesi tamamen politik bir oyundan ötesi değildir bence. Çünkü , olayları olduğu gibi anlatmayı düşünüş sanan gençliğin bu düşünüşü elde etmesi, düşünebilen diye adlandırılan, oysa ki analiz ve empati yeteneğinden yoksun bir düşünüşe sahip olduğu için rahatlıkla belirli siyasi fikirlerin empozasyonu sonucunda bir görüşe sahip ve militan bir gençliğin oluşturularak kolay yönetilir bir halk -kitle değil artık - tebaası oluşturulmasına yarayacağı için, devlet eli ile gençlere sunulan bir özgürlükmüşcesine gizli amaçlar güderek verilmektedir ve yönetimi kolaylaştırmak adına iki tarafı da tatmin etmektedir. Bir taraf düşünebildiğini düşünerek mutlu olur kendini yeterli hissederken, devlet de kendisini olabildiğince özgür adlerek demokrasi naralarını rahatlıkla atabilmektedir. 

Diğer bir düşünüş biçimi olan ikinci tip düşünüşte ise salt düşünce artı analiz birleşmektedir. Zaten düşünleri fikire çeviren olgu da düşünüşün içersinde var olan analiz edebilme yeteneğidir. Bu düşünüşte kah doğuştan getirilen genetik yetilerce elde edilen ya da kah farkındalığı kendisinde yada ailesinde olan bir kısım gençlik var. Bu kişiler dediğimiz gibi ya genetik şanslılık dolayısı ile, devletin tabi ettiği düşünüşten daha ileri bir düşünüş tarzına sahip olmaktalar ya da aile ve ya kendi farkındalıkları dolayısı ile. Asıl yönlendirme, yorumlama, empati kurabilme yeteneği olan bu gençlik de ne yazık ki son 10 ve ya 15 senenin ve daha öncesinin Türkiye'sinde eriyip gitmiş ve var olanlar ve olacaklar ise bu sistem içersinde eriyip gidicek olmaya mahkum bırakılmışlardır. 

Çünkü en geniş açıdan bakıldğında, belli bir kesimde üniversite gençliğinden akademik başarı beklenirken bu gençlerin  bu tip konulara uzak kalması sağlanırken, diğer bir kesimde de bu tip gençliğe diploma uğuruna dayatılan boş eğitim veren kişi ve kuruluşların, gençliğin boşluktan rahatlamaya oradan tembellik ve sonunda çıkışı çok zor olan rehavete itilmesi yoluya bu konuların dışında bırakılması ve böylece elenmeleri durumu söz konusudur.


Sonuç olarak bakıldığında;

Aslında hep eleştrilen eğitim sisteminin kodamanların isteği doğrultusunda son 15-20 senedir o kadar tıkırında, sistemli ve istikrarlı gittiğini görmek zor değildir. Bunun için azıcık dinlemek, bolca okumak ve sıkça okumak temel anlamda bir fikre ya da düşüne sahip olmak için yeterlidir sanıyorum.

Bağımsızlığa karşı bu kadar , bağımlı olmak adına savaş veren bu devlet, bu istikrarı Deniz'leri Mahir'leri öldürmek, yok etmek ya da var olan sistem içerisinde elemek ve susturmak için değil de, bu insanları birkez olsun dinlemek, var olmalarına yardımcı olmak, konuşmalarına şans vermek, fikirlerine ne olursa olsun saygı göstermek için gösterseydi, evet bugün hayali ve yalnızca egolarımızı tatmin etmek için yalanlarına kendimizi inandırdığımız medya senaryolarda değil ama şimdiki olası zamanda Ortadoğu'da güçlü ve "Bağımsız" bir Türkiye olurduk.

1 yorum:

dübüratif patetez dedi ki...

Ben Ankara Üniversitesi'ndeyim. Geçenlerde kampüsü "elma 'kurt'ları" basıp sloganlar attılar, yaklaşık 150-200 kişi. Elma kurdu diyorum çünkü neyi bulurlarsa içini kemirip kabuğunu bırakıyorlar. Sloganları ve eylemleri birbirinden o kadar uzak ki. Polisi aradığımda yüzüme kapatıyor. Aslında olaylar o kadar bağlantılı ki birbirine... Bu düşünme yetisini köreltmiş ve beyinlerini bir sabah kahvaltısında ekmek arası yapmış elma kurtları, "en azından bir meslek sahibi olayım" düşüncesiyle polis oluyor mesela!...

Düşündükçe daha da vahim sonuçlar çıkıyor insanın karşısına. Bunlardan en kötüsü de "kanıksama". Anormal olanlar o kadar gündelik hale gelmiş ki herkes kanıksamış. Saçı uzun, küpe takan, sakal bırakan birini dövmek, allaha kitabına inanmıyor diye ölmeyi hakettiğini düşünmek o kadar normal bir hale gelmiş ki insanın kanı donuyor. İki satır okumadan, beyinsiz beyinsiz, ideolojiler (bu ideolojiler her çeşit sağı solu hepsi aynı. dinler de buna dahil!!) peşinde koşan bu insansılar kendileri gibi düşünmeyeni gözünü kırpmadan öldürebilir.

Demokrasi bir siyasi görüş veya bir ideoloji değildir. Demokrasi, tahammül etmek, katlanmak değildir. Tolerans göstermek hiç değildir. Kaç tane insan varsa o kadar da düşünce olabileceği bilincinde olmaktır demokrasi. Demokrasi bir bilinçtir, zihniyettir. Fakat, iki satır okumadan, elma kurdu halde insanların karşısına geçen ve yöneten, bu yönetim sırasında da elma kurtlarının çoğalmasına neden olanlar yüzünden, demokrasi bilinci yok kimsede, maalesef.

Üniversitenin ne demek olduğunu bile bilmeden üniversite öğrencisiyim diye geziyorlar. Kimisi gider fakültenin önünde yemin töreni yapar, kendisi gibi düşünmeyeni öldürebileceğine dair; kimisi de daha ne için toplandığını bilmeden eylem yapıyoruz diye bağırır böğürür. Hepsinin tek ortak noktası, kemirmek ve boşaltmaktır.

Ama bu benim hala inancım var. Senin gibi, bizim gibi düşünen insanların da sayısı az değil. Bu topraklarda demokrasiyi göreceğiz. Hem de çocuklarımız değil biz göreceğiz!..