26 Kasım 2008 Çarşamba

mevsimler



her mevsimin ayrı tadı var. ben de geçişlerinin tadını çok severim salt mevsimi sevmektense. dengesiz bi insanım ya, salt dengeden hoşlanmıyorum sanırım. salt mutluluk salt acı salt kahkaha salt gözyaşı sevmediğim gibi bişey bu.
her mevsimin tadı var da bu geçişlerin tadını hiç bir şeye değişmem. yazın sonbahara geçmesi sonbaharın kışa kışın bahara baharın yaza geçmesi gibi. sıradanlığı sevmememden ve süprizlere bayılıyor olmamdan kaynaklı olucak.
bir sabah gözlerimi açtığımda pencereyi araladığımda yağan yağmuru görürken ertesi sabah güneşle uyanmak kadar güzel bir şey yok hayatta.
bir gün kısacık etek giyip dışarı çıkıp donarken ertesi gün bugün de soğuk olur diye kazan giyip aman tanrım düşünceleri arasında terden ölmek de güzeldir. şakacı toprak ana diye yüzüme yerleşen sıcacık gülümseme, soğuktan üşümüş bir kedinin kokumu alıp koşarak gelip ayaklarıma sürünüp kucağıma çıkıp koynuma girmesi, çıkardığım kuş seslerine bakakalan serçeler, gövdelerine dokunduğumda varlıklarını tüm bedenimde hissettiğim ağaçlar ve gelicek baharda yeniden açmak üzere kendilerini saklayan çiçekler... herşey o kadar güzel ki, hayat bu ki...

ıslakmış değilmiş bakmadan çimlere uzanmak, çamur olmuş olmamış dert etmeden doğayı teninde hissetmek...
kütüphane de ders çalışırken yüreğinin burkulması ile nefes alamayıp toplanıp kendini arkadaşlarının yanına atmak üzere kendini dışarıda bulmak, ve kütüphaneden çarşıya giden yol boyunca sabah güneşten terlediğin havanın nasıl da bir anda değişebiliceğini iliklerinde buz gibi hissetmek.... en güzeli de, fiziğe çıkan merdivenlerin başında durup yola baktığında aniden esen rüzgarın ağaçların sapsarı yapraklarını konfeti gibi üzerine serperek ıslıklar eşliğinde seni kucaklamaya hazırlanmış olması...
karanlık ufaktefek ışıklar sen ve yalnızca doğa...
içindeki sıkıntıyı alıp da ne kadar güzel bir şeye tapındığımı göstermeye yeter de artar...



günün şarkısı : the editors - dust in the sunlight



Hiç yorum yok: