31 Aralık 2010 Cuma
hediye
daha emre'ye süprizimi yollayacağım. o kadar mutlu oldum ki kartı elime geçince.
her neyse. az önce en güzel yılbaşı hediyelerinden birini aldım sanırım. şaka gibi. güvenle geçen hafta konuşurken - yoksa bu hafta mıydı?- konu akademik hayattan açıldı. netekim aklımda uyuyan ama uyandırmamak için kendi kendime dahi fısıldamadığım bir yolu uyandırdı güven. oceanography ne güzel şey dedim ve dememle içimde birşeyler titredi. güvenin destediği de cabası.
elbette, kafamızdaki planı değiştirmedik ama, güzel be oceanography de.
neyse dur bakalım derken, az önce annemler geldi ve al bakalıım mutlu seneler dedi.
paketi açıp da içindekine bakınca heralde mutluluktan çığlık atabilirdim.
gitmişler ban 'Biology of Marine Life'!!!! kitabını almışlar. nerden buldun nerden aldın nerden bildin...
:) Çok mutlu oldum. sabahtan beri canım sıkkın somurtup oturuyordum.
örgüleri örerken sürekli kendimle kavga ettim kafamda.
insanların ne şekilde kendilerince beni kafalarında çizdiklerine dair. hem de bu en yakının bile olabilir. evlenmeyi düşündüğün adam bile. beni nerelere koyduklarını, ve bana ulaşamayınca hangi kafayla böyle saçma sapan - bence kıskançlık bir insana yapılacak en büyük hakarettir- hakaretlere varabildiklerini ve bu hakkı kendilerinde nasıl görebildiklerini. Arkadaşlar için de aynısı geçerli. Komik olan ise, herkesin hayata inatla ben merkezcil bakmaya çalıştığıdır - ben de yapıyorumdur. Beni aramadı küstüm, ben onu hiç aramayım ama. tüm özel günlerimde beni aradı msg attı ama, olsun ben yine de küstüm tavırları şımarıklıktır.
Hümeyra ile de konuştum. Dostluk bambaşka birşey, dostuz zannederken ise yalnızca arkadaşlık seviyesinde olmak bambaşka bir şey. Senelerce yadırgadım çevremdeki insanları bu şekilde kısıtlamayaı sınıflandırmayı ve kategorize etmeyi ama bu bir gerçekmiş ne yazık ki.
Arkadaş dediğin kişinin senden anlamsız beklentileri vardır. Seni kendine uymaya davet eder. Seni uyarmak yerine uyarlamaya çalışır. Oysa ki dost dediğin Hümeyra dır, ya da Güven'dir ne biliyim Tuğçe'dir, Emre'dir. Sana olur olmadık şımarıklık anlarında kırılmaz. Senden beklentisi en fazla aramadığın sormadığında bile aklında olmaktır - ki Öyledir de. Seni olduğun gibi her halinle benimsemiştir, eleştirmeye kalkmaz. En fazla akıl danıştığında bence böyle der, sana bu gider kafamda der. Sana yapman gerekeni söylemez. senin için iyi olabileceği söyler. Aklına estiği gibi küsmez, kırıldığında tamir eder kendini çünkü kendini ve seni çok iyi tanımıştır. Ne senin onun kölesi ne de onun senin kölen olmadığını bilir. herkesin ayrı kişilikte olduğunu bambaşka bireyler olduğunun farkındadır.
herneyse... ,daha da beteri yakın arkadaşla arkadaş, arkadaşla da tanıdık arasında farklar var bu kadar kesin ve ayrı.
daha da yazabilirim evet ama gerek yok.
şimdi ise günün güzel olayına. :) '2 3 gündür ders çalışamıyorum canım sıkkın evet ve tek nedeni bu. yapmadığım şeylerle ithaf olunmak hayal dünyalarında insanların beni sıkmaması gerekirken artık 'diz iz not may pırablım diz iz yur pırablım' diye dalga geçemiyorum rus aksanıyla.
çünkü o sevmediğim bal kabağı tadını alıyorum her seferinde bu tip şeyler gerçekleşince. neyse nerden geldim bu konuya?
diyeceğim o ki, şimdi geleceğin en ünlü moda tasarımcısı olacak Hümeyra BÖKE candaşımın tasarım ödevi ile ilgili araştırma yapıp fikir üretip çizim yapmalıyım. ve gerçekten ÇOK KEYİF ALIYORUM.
heleloy :)
27 Ekim 2010 Çarşamba
BEN donsuz giremiyorum, o zaman SEN DE donla girme : Türban 2
İlk yediğim vurgun, eğitim hakkı mecburidir diye bağırırken, pat diye kamusal alana da sıçramak isteyen zihniyetten geldi. Tavır çok çirkindi. Senelerce uğraşılmış ama özgürlük adına YÖK tarafından dikta ile gelmiş - değer açısından kendi içerisinde çelisen - bir serbeste ile tam anlamı ile 'buldumcuk' olan bir kesim, bu sefer çılgınca kamusal alana sıçramaya kalktı. Kamusal alanda türbana karşı çıktığımda ise, bir hafta önce eğitim özgürlüğü diye bağıran beni demokratlıkta yere göğe koyamayan türbanlı erkekler ve kadınlar, bir hafta sonra beni faşist ilan ederek, bana etmedikleri hakareti bırakmadılar. Kaldı ki, özgürlüğü bu kadar savunan insanların karşısına geçip, benim de düşüncelerim olabileceğini bana da özgürlük tanınmasını istediğimde, senelerce 'siz açıklar' yeterince özgürlük hakkınızı kullandınız cevabı verdiler. Hep kendi dinlerine saygı gösterilmesini isteyip, saygısızlık da değil, inanmadığınızı belirtip bence muhammed lider bir insandan öte değildir dediğinizde sizi recm etme isteği ile yanıp sönen bakışlarını görmeniz gerekirdi. Edep ya Hu gibi sessiz çığılklar içerisinde 'saygı göstermek zo run da sın!' tepkilerinin altında yatan, fikri saygısızlığı ise görmemeleri ne acı.
Aptal gibi hissetmeme sebep olan ikinci olay ise, seneler önce karşı çıktığım, karşı çıkıyor olduğum ve karşı çıkacak olduğum anlamsız söylem. 'Siz mini etekle girebiliyorsunuz da biz türbanla neden girmeyelim'. Hep aynı tepkiyi verdim hep de vereceğim. Bu söz yanlıştır efendim. Mini etekle türbanı bir tutuyorsanız zaten giymezsiniz olur biter. Kaldı ki, kutsallarınız adınıza başınızı örttüğünüz örtüyü mini etek gibi bir 'bez parçası' ile bir tutup, sonra da bize saygı duyulmuyor diyemezsiniz. çünkü değerlerin tam anlamını çözememiş olan sizlersiniz. Haydi tüm bunları geçtim, bunun vb gibi söylemlerin altında, bize DE özgürlük değil de, bize yoksa size DE özgürlük YOK. anlamı yatar. yani, yengeç sepeti. içinizden biri özgürlüğü elde etmeye giderken, madem sizler öyle değilsiniz hemen çekip onu da aşağı alın.. Ve bu çirkin bir hırstır. Bu hırs o kadar çirkinleşmiştir ki, görevinden iftira ile alınan hakimin konusu açıldığında bile, ee biz çok çektik biraz da siz çekin diyebilecek 'kadınlar' yetiştirmiştir. bu öyle bir hırstır ki, fikir beyanı için YTÜ de türban karşıtı eylem yapan kişilere önce 'Müslüman Gençler' olarak saldırma hakkını kendinde görmeyi gerektirir, sonrasında da bu çocuklar okuldan uzaklaştırıldığında 'hep türbanlılar mı acı çekicek biraz da siz çekin' demeyi getirir. Komik olan ise, biraz da siz kısıtlanın diyen kesimin kendisini özgürlükçü ve demokrat adletmesi. Ve hatta, kendileri eylem yaparken özgürlüğü savunuyor oldukları için kendi savaşımlarını haklı görüp, karşıt görüşe asla müsamaha etmemesi... yazık
Ancak tüm bunlar arasında beni en çok kızdıran ve iyi niyetime şiddetle karşı çıkmama sebep olan olay, açıklar ile kapalılar diye ayrılan iki kesim kadın yaratılması sonucu, kapalıların namuslu açıkların ise çekirdekten yetişme orospu olarak görülmesi durumudur. Bir arkadaşımız, sırf tepki ölçmek için bir türbanlıyı yatapa nasıl atarız gibisinden absürt bir soru sorduğunda, çok kızmıştım. Bir kadını yatağa atmak ne demekti? Nasıl bir terbiyesizlilkti bu? Ama sonradan gördüm ki yine ne kadar aptalmışım. Sorunun altında aranan farklı bir şey varmış. Ve konu erkekler tarafından tek ele alınıp, açığı varken kapalıya niye vakit harcayayım, açıklar daha rahat veriyor, açığı attın da kapalısı kaldı, kolayı varken zoruna neden uğraşıyım, namussuzu varken niye namusluya dalaşıyım' a getirildi. İnanır mısınız gördüm ki, benim hatam herkesi çevremdeki insanlar gibi adledip olmaz ya hu diye bakmamdan kaynaklanıyormuş. Oysaki %70 üniversite gençliği bunun böyle olduğunu düşünüyormuş...
Örnek olarak sunmak istediğim basit bir konuşma;
X kişisi, bu konuşmada yalnızca kadınların ele alındığını savunmuş ben de duyduklarımdan hayır efendim, sadece kadın olduğu için değil türbanlı olduğu için o kadar tepki aldı o soru demişim ve konuşmanın devamı;
X KİŞİSİ:
Senin dediğin gibi sadece türbanlı diye tepki gösterenlere de haksız diyemezsin ki. Şimdi biri çıkıp .... üniversitesinin kızlarının hepsi veriyor gibi bi başlık açsa o üniversitenin öğrencileri tepki gösterse haksızmı olur...İşte o yüzden inandıkları şey uğruna tepki göstermeleri normal değilmi?
Ayrıca tepki gösterenler açıklar daha rahat verir gibi bişey demişlerse af buyur...Ayrıca benim tepkim böyle bir başlığın altına bu kadar yorum yapıp fantaziye ortak olmalarıydı:)
Zeynep
hayır efendim üniversite ile ilgil verdiğin örnek ancak laf ebeliği olabilir. konu bambaşka.
başlığın amacını anlamam zaman aldı ama iyi ki de açmış diyorum çocukcağız bu başlığı çünkü insanların açıklar veriri kapalı namusludur diye düşünebileceğine inanmak istemezdim. bunu görmüş oldum. af buyurulcak durum değil ki konuşn erkeklerin %90 ı böyle idi.
ayrıca vermek de namus tanımı mıdır o da değişir.
X KİŞİSİ
aksini söyleyemediğin birşey laf ebeliği olamazki... Gördüğüm dediğin şeyde ayrıca malesefki gerçek. Vermek kelimesini kullanmak istemiyorum ama açıklar kapalılara göre daha çok cinsellikle ilgililer. Bu yadsınamayacak bir gerçek,Çünkü onlara bu küçüklüklerinden beri empoze edilen birşey.. Ama tekrar diyorum açıklarla daha kolay...Cinsel ilişkii namussuzluk tanımı olmayabilir ama namus diye bir kavram varsa buda o epizotlardan biri olsa gerek...
Zeynep
Vermek kelimesini kullanmak istemiyorum ama açıklar kapalılara göre daha çok cinsellikle ilgililer. Bu yadsınamayacak bir gerçek,Çünkü onlara bu küçüklüklerinden beri empoze edilen birşey.. Ama tekrar diyorum açıklarla daha kolay...
demişsin yadaha da konuşmam
23 Ekim 2010 Cumartesi
Don Kişot’u terketmek
Don Kişot’u terk edince anlıyor.
İlk başta güzel geliyor umarsızca nefes almak
Ve her konuştuğunda duyulacağını sanmak.
Ama ne zaman ki bir kalabalığın ortasında
Terk edilmişliğini fark ediyor,
Ve ne zaman ki batıyor yalnızlığı avuçlarına
Kalbinde bir sızı peydahlanıveriyor.
Ağzından çıkan sözler sınırlı ve dikkatli
Ve kurduğu hayallerde hep bir gerçek engeli
Rüyalar bile tatsız,kuru gelince anlıyor insan
Büyüdüğünü.
Dönüp arkasına bakınca ise gözlerinde özlem,
Ve yel değirmenlerine karşı kılıç kuşanan çocukluğu
18 Ekim 2010 Pazartesi
bir de bu var: Türban
ek olarak: ek olarak bu kitap, yani Dr. Rıza Nur'un hayatım ve hatıratım isimli kitabı, 1960 lardan itibaren başta almanyadaki 'yetim' türkler olmak üzere bir çok türkiye vatandaşı üzerinde irticai hareket başlatmak amaçlı gençlere empoze edildi. amaç atatürkten ve devrimlerinden gençleri soğutup islam rejimine yakınlaştırmaktı.
resmen komik ve kör milletiz vesselam. bayılıyoruz ahah kemalist ahaha laikÇİ diye damgalamaya insanları anlayıp dinlemeden. şeri yasaların gelmesinden korkanlarla alay ediyoruz ama almanyadaki tüm hareketlerin merkezinde - inkar da edilse MSP lilerin var olduğu bir gerçek. sonuç itibariyle her ne kadar milli görüş teşkilarları o dönem federal almanyasında kendilerini ne sağcı ne solcu olarak nitelendirseler ve genel sekreter ali yüksel çoık mantıklı laflar etse de, bugunkü türkiyenin temeli o zamanlardan satranç adımları ile gelmişse ve o zamanlar hayal edilen durum 20 sene içersinde gerçekleşmise afedersin de burdan kocaman nah çekerim iyi niyetli islam modeline.
4 Ekim 2010 Pazartesi
travestiler
yurdum insanı travestileri insan olarak görmez. onlara hastalıklı bir 'yaratıkmış' muamelesi yapar. buna kızsanız biri çıkar karşınıza 'e haksız da değiller çünkü çok saldırganlar' der. yanınıza gelip sizden sigara isteyen genç bir erkek ya da kadınsa kaçmazsınız, ama bu bir travesti ise ya oradan uzaklaşır ya da korkudan verdiğiniz sigaraya 'lanet' eder , kimisine göre 'haram' eder çeker gidersiniz. oysa ki kim hayvan, kim yaratık göremezler.
eğer kadın ya da erkekseniz cinsel kimliğinizde, sorun yoktur. erkekseniz aslında hiç bir sorun yoktur. aslansınızdır. aslan oğlum olursunuz önce pipi gösterirsiniz, sonra sünnet olur erkek olursunuz, sonra kız öper 'cool' olur sonra karı siker 'milli' olursunuz. peki bunca ego şişirilmesine rağmen göğüs dışarıda pipi yukarıda gezmek varken, kadın olmayı seçen bir insanın neden bu 'seçimde' bulunduğunu hiç düşündünüz mü? türkiyede özellikle 2 sınıf vatandaş olarak görülen kadınların 'seviyesine inmeyi' hiç düşünmeden kabul eden 'birinci sınıf' erkeklerin neden var olabileceğini?
çünkü onlar kadın zaten ve aksi gibi ikinci sınıf kadın muamelesi de değil gördükleri. istedikleri var oldukları gibi yaşamak için hayvandan beter muamele görüyor bu insanlar ve sanıldıklarının aksine 'yaratık' falan da değilller. bir iki travesti tanıdım. hepsine de sonuna kadar güvendim ve inandım - vay ne kadar açık görüşlüğüm ben egosu ile yazmıyorum bunlaro -. sonra takip ettim, arkadaşlarımın yaşadıklarından çevremden vs bir şekilde hep karşıma 'inanamaz' gözlerle ve 'şok' olmuş ses tonu ile travestilerin aslında insandan çok daha fazla insan olduğunu anlatan bireyler çıktı karşıma
toplumsal yargıların dışında bırakıp kendilerini, bu insanları yaşayan, onlara cüzzamlı gibi değil de kendisi gibi, bizden biri gibi - ki olması gereken o çünkü onlar bizden birileri - davranmayı becerebilmiş bir sürü insan tanıdım. ve ne yazık ki, en basiti az önceki haberlerde var olan bir hikaye.
'denize düşen arabaya yardım eden Özge, meğer kadın değilmiş. ama cinsiyeti hiç önemli değil'
yanlış birşeyler var evet verilen cümlelerde ama önemli olan olay.
şu an yaptığım şey çok çirkin. travestileri ne yardım sever ayyyyy <3 gibi anlaşılabilir ama hayır bunu yapmaya çalışmıyorum. yapmaya çalıştığım yalnızca, bakın onlarda bizden. iyi de olabilirler kötü de. aynı havayı soluyorlar varlar it değiller insanlar düşüncelerini az da olsa dikte etmek.
ama sorun şu ki, insanı cinsel kimliğinden önce, insan olarak ele almadığımız sürece, erkekler 1. sınıf kadınlar 2. sınıf olmaya devam edilip bir 3. sınıf yaratılıp travestiler,geyler vs içine konulacacktır.
insanı insan olarak kabul etmeyi öğrenebilsek, belki bir gün, tek canlı insandır bakışımızdan kurtulup, çevremizde var olan hayvan bitki böcek vs lerin de , canlı olduğunu görebiliriz.
31 Ağustos 2010 Salı
hikaye
birazz davudidir her soluk ve anlık kokar buram buram. kimisinde batılı bir elitist yatarken kimisinde ise uzanıp da sereserpe bir sedire devirilen bir cariye vardır.
ve geceye bağırır her kadının soluğu
'beni yıldızlara dokunduracak bir erkek lazım.'
19 Temmuz 2010 Pazartesi
kedi sahiplenmek
Önemli Not: Tarçın kör bir pisi, ancak bu onun için bir engel teşkil etmiyor. Kum terbiyesine alışık olan oğlumuz 40 günlük ve muhteşem bir şekilde iz sürüyor.Tuvaleti geldiği zaman kumunu bulabiliyor eğer ki bulamazsa miyavlıyor. Henüz çok fazla oyun meraklısı değil. Koklayarak insanları buluyor ve güvendiği insanın kokusunda uyuyor. Gözleri dışında herhangi bir sağlık sorunu yok.
İletişim : 0537 377 11 01 Emrah İLHAN (Emrah İlhan)
E-Mail : earthling@hotmail.com.tr
Yer : İstanbul / Güngören
29 Haziran 2010 Salı
yol hikayeleri
24 Mart 2010 Çarşamba
İstanbul
hiç gitmediğim yerler gibi caddeleri ve tanımadığım insanlar artık, her gün gazetemi aldığım bakkal, köşebaşındaki manav.
bu sabah yine günaydın dediler ama cevap veremedim çıkmadı dudaklarımın arasından uygun kelimeler. çünkü ne diyeceğimi bilemedim tanımadığım insanlara. boş bakışlarım asılı kaldı suratlarında. ve adım seslerim sokaklarda.
birbiri ardına attığım adımlarımı sayarak bıraktım kendimi cihangir sokaklarına. yanımdan geçip giden insan selinden uzağa denize doğru koşuyordu yüreğim. kaçmak, kurtulmak ve boğulmamak adına.
ve boyalar, modern maskeler belki de. kadınların yüzünde iğreti gülüşlerinde parfümlerinde yer eden şuhluğun gizli alametleri. en masum kadını bile bir sokak orospusu haline çevirebilen şeytanın parmak izleri. ve kadınlar. artık hiç sevmediğim dokunurken tiksindiğim et yığınları. dokunurken yalnızca boşalmak için dokunduğumu bilseler de umursamayacak binlercesi.
bu şehir uzak artık bana, bugun anladım. insan selinin arasından denize koşarken cihangir yokuşundan aşağı, nefes almak için kendimi koca çınarların arasına bırakmaya hazırlanırken, çocuk gülüşlerinden bile kaçmaya başladığımı gördüm artık ve sonsuz bir kalabalığın arasında astım hastası gibi sık nefesler alarak hayata tutabilmek için, ve bir epilepsi krizi geçirircesine titreyerek boş bakışlarımla ağızım kenetli ve avuçlarım sımsıkı kapalı, boğulduğumu farkettim. sahilde hep kaçıp saklandığım ve bazen gizlice ağladığım ağaçlar arasında aslında ne kadar yalnız olduğumu farkettim ve olabildiğince küçük.
hiçliğimi farkettim bugun, sığındığım ağaçların arasından esen yel şehrin bok kokusunu getirince burnuma ve denizde binlerce martı ölüsü. istanbulun çoktan öldüğünü farkettim. kıyıya vuran deniz anaları veremli bir hastanın çıkardığı balgamlar gibi yapış yapıştı ve deniz mavi olmaktan öte bir yaradan akan irin rengindeydi. yozlaşmışlığın her an daha popüler olduğu bu şehirde, avam ve hastalıklı yaşayışların, insanlık değerlerini alt ettiği bu 'eyyy koca istanbul!'da bugun ben, kötülüğün her zaman kazandığını farkettim.
zihnimde yarattığım aşkların aslında hiç olmadıklarını ve benim kendi dünyasında kendisini dalga konusu yapan bir şizofren olduğumu gördüm.
sus. doktor gelicek şimdi. ve ellerim kollarım bağlı beyaz önlükler içinde, ağzımdan dökülen bi,nlerce kelimenin ne anlama geldiğini bilmeden tiksinerek bakıcak suratıma, ve dudak kenarlarımdan akan salyalardan iğrenicek. oysa ki, her sabah içine çektiği bok kokusundan memnun, ve irin akan denize bakarak sevişirken aldığı hazlardan mutlu yaşamak asla umrunda olmadan yaşamayı sürdürecek, hayat dediği kerhanenin içerisinde.
23 Mart 2010 Salı
derin
22 Mart 2010 Pazartesi
iyelik eki
peşin sıra hiç dinmeyen ayak seslerim.
köşe başı fısıltıları doldurur içimi
ve ne zaman baksam yollardadır sokak orospuları
sarıya çalar bedenleri ve her daim hazırdır sokak lambaları
kuytusunu bırakmamak adına tüm gölgelerin.
Ne zamandır kirli bu şehir yoksa bir tek gidişin mi yaktı tüm gökleri
bilebilsem, ardınsıra gelmiyor olurdum adım izlerimin yıttiği sokaklarda
ağzı bozuk fahişeler ve ter kokan bedenler
ağır sigara dumanları ve içimde kül olan bir ben daha.
Gitme Kadın, iyelik eklerimden daha uzaklara...
ağır is kokuyor tüm sokaklar ve bu şehrin havası
kanser gibi iniyor ciğerlerime
ve ellerim yokluğundan sıcak şimdi
ve kalbim yanıyor, mecalim yok nefes alacak.
sarılığa boğulduğum şehrin bok kokulu sokaklarında
adımlarım tekliyor, bedenim zil zurna.
aldığım nefes is, verdiğim çürümüş
utanmasam adını dizerim tüm naralarımın peşi sıra
da... Kadın! Gitme iyelik eklerimden uzaklara....
3 Şubat 2010 Çarşamba
çocuk bahçesi vekilleri
konuşmanın içeriği baktığında daha acı verici. biri diğerinin eşine peygamber demiş, diğer çıkmış peygamberlik zinciri (besin zinciri gibi bişey herhalde ?? ) bitti senin haberin yok heral de diye kendi kafasında peygamber diyeni küçük düşürüyor. e be kardeşim, sana mı düştü sana insanlara din dersi vermek. ayrıca kime göre neye göre bitti peygamberlik zinciri. bir de utanmadan orda son peygamber bizim peygamberimizdi dedin. sen kimsin. bizden kastın orada tüm ülke vatandaşları olur. oraya girmeyi biliyorsan sözlerini tartmayı biliceksin. birileri bu insanlara mecliste olduklarını farkettirmeli. oturup din üzerine ders vermeye kalktılar, biri diğerine peygamber dedi - ki onun lafının altında iğneleme vardı ve onun ki dini konuşmak sayılmaz- diğer kalktı peygamberliği anlatıp bir dini tüm millete mal ederek diğerini tiğe aldı.
komik olan moraran recep ustanın bir süre sonra, ocaktan henüz çıkmış dumanı üzerine tüten ülkücük bebeler gibi karı kız kavgasına girmesiydi.
şey gibi 11 yaşında ergenin sen benim anneme bıdıbı dbıdıbıd diyemezsin taam mığğğğğ demesi gibi.
yazık.
sezercik filmi resmen.
biri orda sinir krizi geçirir.
konunun adı da emine erdoğana laf edildi olur.
cidden türklerin zekasal sorunları var demek ki. bir insan bunu nasıl böyle anlar.
ha türban meselesine gelince de...
girmeyi versin gataya da mümkünse. çok mu militaristim ondan mı böyle dedim hayır. alakam yok. ama girivermesin.
abdi ipeçki olaylarının üzerini türban kapladı.
byez şekerim yhaa... (imza. özal genci)
dün mecliste
1 Şubat 1979 tarihinde, Nişantaşı'nda trafikte yavaşlayan arabasına yanaşan, adından Papa suikastiyle de sözettirmiş, Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü
bu olayın ekollerinin,
video.google.com/videoplay?docid=2624724236140831429#
bu olayların ekollerine laf atmasıyla çıkan kavga, türkiyenin bir kez daha aslında bağımsızlığa çok uzak sürüngen bir ülke olduğunu gösterdi bana...
saygılar.